Etiketler

27 Haz 2009

25 Vang Wieng


Vang Wieng

Son iki gündür jant tellerinden geldiğini düşündüğüm sesin asıl sebebini buldum sonunda. Ön tekerin göbeği dağılmış. Vang Wieng’e varana kadar yapabileceğim bir şey yok. Kente girdiğimde hemen bisikletimi tamir edebileceğim yer bulmaya çalışıyorum. Bir motor tamirhanesinde ön göbeği açıyorum. Orada çalışanlara göbeğin içinde artık yerlerinde olmayan bilyeleri gösteriyorum. 9tane olması gereken bilyelerin sadece 4’ü yerinde kalmıştı. Bir başka mağazaya yönlendiriyorlar beni. Bir çeşit rulmanı bilyelerin yerine yerleştiriyor ve ben yoluma devam edebiliyorum. Gecen hafta tekneden inerken bisikletimi nehre sokmak zorunda kalmıştım. Tahminimden daha derin olan su seviyesini hesaplayamadığımdan tekerlerin göbekleri de pedallarda bir süre suda beklemişti.Bu hatanın acısını hiç bir şey bulmayacağım Laos’ta bu gün yaşıyorum.

26 Haz 2009

24 Hot Spring

Güne yaklaşık bir saat hiç pedal çevirmeden başlıyorum. Yolun büyük kısmı geride kalıyor bu uzun iniş sayesinde. Bir sonraki konaklama yerim sıcak su kaynaklarının kenarına yapılmış 5 adet kulübeden ibaret. Biraz bütçemin üzerinde olan bu kulübelerden en keyiflisini tutuyorum.

25 Haz 2009

23 Luang Prabang-Khiew Kacha

Sabah çok erken saatlerde yola çıktım. Şehirden ayrılır ayrılmaz çok hafif bir yokuş başladı. Neredeyse hiç anlaşılmayan yokuş benim hızımı oldukça azalttı. Yolun ilk 50km si bittiğinde hayatımdaki en dik rampalarla mücadelemi vermiş, en yorucu deneyimlerimden birisini geride bırakmıştım. Fakat hesaplarımda ufak bir hata yaptığımı geç fark ediyorum. 23km kesintisiz %10 eğimle devam edecek olan yokuşun bittiğini zannediyordum. Ve bu rampa hiç istemediğim bir anda başlıyor. Önümdeki dağlarda kıvrılıp giden yollardan bu rampanın 23km olan gerçek rampa olduğunu anlamak kolay. İlk defa balık tutan birisinin ilk tuttuğu balığı denizlerin en kocaman yaratığı sanması gibi bende geride bıraktığım rampaları bu 23kmlik tırmanış sanıyordum. İlk tuttuğu balıklardan sonra kocaman bir kılıçbalığının teknesinin üzerinden atlayışını seyretmesi gibi bende bu tırmanışın, sonu belli olmayan rampanın tadına varmaya çalışıyordum. Bir yandan tırmandıkça ayaklarımdaki acı artıyordu. Bir yandan da kendimi motive edecek şeyler buluyordum. Fakat saatte 5km ortalama hızla bu rampayı hiç durmadan çıksam bile 5 saat yorucu bir şekilde pedal çevirmem gerekecekti. Yani tepeye vardığımda güneşin batmasına iki saat kalacaktı. Bu iki saatlik sürede de yolun 75kmsini tamamlamam mümkün değildi. Pek bilinmeyen fakat birkaç bisikletçiden duyduğum ve bana 40km uzaklıktaki bir konaklama yerinin varlığı beni rahatlatıyordu. Bu konaklama mekanında kalırsam eğer bugün planladığım 155kmlik mesafeyi ikiye bölüp bu gün 80 yarında 75km yol yapacaktım. Bu sayede hem gün kaybı yaşamayacaktım. Hem de daha az yıpranacaktım.
Zirveye vardığımda manzaranın tadını çıkartmadan olmaz. Bende nefes alıp-vermem hala vücudumu sarsacak kadar şiddetli olmasına aldırmadan birkaç fotoğraf çektim. Az ilerde bisikletinin yanında duran bir kız dikkatimi çekti. Dağın tepesinde, virajın tam ucunda duran Laoslu bir kızın fotoğrafını çekmeye çalıştım. Daha sonrada yoluma devam ettim. Kızın yanına gelince kendisinin Laoslu yerel halktan birisi değil Kanadalı bir bisikletçi olduğunu anladım. Biraz konuştuk ve yollar hakkında net bilgiler verdik birbirimize. Yalnız başlamış yola ama tanıştığı bir bisikletçi ile beraber devam ediyorlarmış. Yol arkadaşın nerede sorusunun cevabı yarım saat rötarla tırmanışını tamamlıyor. Yanımıza gelincede hemen bir keyif sigarası yakıyor. 23km lik iniş ve ardından hafif bir eğim ile yokuş inmeye devam edecekleri Luang Prabang yolunun her cm’si beynimdeydi. Onlarda Ertesi gün karşılaşacağım inanılmaz güzel bir yokuştan bahsettiler. Benim ineceğim bu yokuş dün onların saatlerce mücadele edip tırmandıkları bir rampaydı. Bugünkü yolu nasıl hafızama kazıdıysam onlarında hafızalarında bu yol kazılıydı.
Yoluma devam edip tepede bir konaklama yerine varıyorum. Basit bir kasaba meydanında iki tane bakımsız guesthouse var. İkisi de oldukça pis ve bakımsız olduklarından ucuz olanını tercih ediyorum. İyi bir yemek ve iki biranın ardından yatağa gidecek gücü zor buluyorum. Deliksiz uyku.

22 Haz 2009

22 Luang Prabang

Luang Prabang
Bu kentin ismini bile söylemek keyifli. Nihayet büyük bir kente vardım. 3 gün burada kalacağım. Aylak aylak dolaşmak ve biraz dinlenmek için mükemmel bir yer. Tepedeki tapınakta gün batımını izlemek, akşam pazarında tıka basa yemek yemek ve burada nihayet bulduğum ‘Cycling in Loa, Cambodia, Vietnam’ kitabını incelemek benim günlük aktivitelerim oluyorlar. Kitabı tam zamanında edindiğime memnunum. Çünkü yolun bundan sonraki bölümünde en uzun rampam var. Ve toplam mesafem 155km gibi görünüyor. Neredeyse yarısı dimdik rampa olan bu yolu tamamlamaya çalışmak için iyice konsantre olmam ve dinlenmem gerekiyor.
Burada tapınakları gezerken tanıştığım İsrailli bir kız ile farklı farklı kentlerde 2 defa daha karşılaşacağız. Artık son karşılaşmamızda normalmiş bize gibi gelecek.
3 günün sonunda pırıl pırıl temizlediğim bisikletim ile yoluma devam ediyorum.

21 Haz 2009

21 Pak Mong

Pak Mong
Sadece bir gün kaldığım kentte ilk defa kertenkele ve fare benzeri hayvanları mutfaklarda görüyorum. Kertenkele lezzetli sayılır.

20 Haz 2009

20 Oudom Xai

Oudom Xai
Biraz silkelenip daha önce çıkmaya üşendiğim tapınağa çıkmaya karar veriyorum. Tepede bir Budistle arkadaşlık ediyorum. Avustralyalı bir kız bize katılıyor ve günbatımından sonra hep beraber yemeğe gidiyoruz. Güzel bir sohbetin ardından vedalaşıp yatıyoruz.

19 Haz 2009

19 Muang Khuha

Muang Khuha
Ertesi gün 3 kişi tekne ile 6 saat süren bir yolculuktan sonra ülkenin en kuzeyindeki kentlerden birisine varıyoruz.  Muang Khuha da çok fazla kalmak istemiyorum. Çünkü toplam bir aylık bir sürem var ve bu gidişle başkente varamadan bir aylık süremi bitireceğim. Tekrar Daha önce kaldığım Oudom Xai’ye varana kadar bisiklet sürmeye karar verip erkenden uyuyorum.

18 Haz 2009

18 Muang Ngoi

Muang Ngoi
İşte karadan ulaşımın olmadığı, sadece akşamları 2 saat elektriğin bulunduğu cennet gibi bir yer sorusunun cevabı Muang Ngoi. Burada 3-4 saat oturmaktan acımış kıçımı biraz hareket ettirme şansı buluyorum. İnanın teknede gitmek bisiklete binmekten çok daha acı verici bir şey. Bulduğum yer sadece 3usd’ye nehrin üzerinde bir kulübe. Kulübenin hamağına uzandığım gibi elimde Beer Lao manzaranın tadını çıkarıyorum. Beer Lao buraya özgü bir bira markası. Laos’ta en fazla göreceğiniz yazı Beer Lao yazısıdır. Benim şehirlerde çekilmiş hemen bütün fotoğraflarımda bir yerlerde mutlaka Beer Lao reklamı çıkmıştır. Biramın tadını çıkarıp ertesi günümü tarlalarda yürüyüş yaparak geçiriyorum. Ve akşama doğru petang oynayan insanları izleyip bir şeyler atıştırıyorum. Petang demir toplarla oynanan bir oyun. Benzer bir oyunu Fransa’da da görmüştüm.

17 Haz 2009

17 Nong Khiaw

Nong Khiaw

Kimden gezi


Ben başkente doğru yola devam ederken Nong Khiaw tabelasını görüp sapıyorum. Biraz yolumu uzatmanın benim için pek bir sorun olacağını düşünmüyorum. Yolda iki Fransız motorcu ile biraz laflıyoruz. Onlarla Nong Khiaw da görüşmek üzere vedalaşıyoruz. Kente geldiğimde tüm tur boyunca gördüğüm en güzel kasabaya geldiğimi anlıyorum. Bence bu turun en unutulmaz yerlerinden birisi Nong Khiaw dır. Bir nehrin ikiye böldüğü kasaba, beton bir köprü ile birbirine bağlanmış. Limestone kireç taşı tepecikler kalem gibi dimdik kasabanın etrafını sarmışlar. Ve nehir bu tepeciklerin arasından kıvrılıp gidiyor. Etraftaki bir iki mağarayı ziyaret edip karadan ulaşımın olmadığı bir kasabaya doğru tekneye atlayıp gidiyoruz. Tek sorun burası Çin sınırına yakın bir yerde. Yani benim gitmem gereken yerin başkentin tam tersi yönde.





15 Haz 2009

16 Oudom Xai


Oudom Xai

Oudom Sai ye giden yollar en keyif aldığım yerlerdendi.
Şehirden çıktıktan kısa bir süre sonra ana yol dar toprak bir yola dönüşüyor. Bu yolun ülkenin anayolu olduğuna inanmak zor. Aslında bu ülkede 7 ya da 8 tane yol numarası var. Yani ülkenin haritasını açarsanız sadece 7-8 tane yol bulunan bir harita göreceksiniz. Bu haritadaki ana yolların bir kısmı da toprak yol olabiliyor. Artık kocaman dağlarla mücadeleme başlıyorum. Biraz tırmandıktan sonra yol tekrar düzeliyor. 
Yol üzerindeki bir köy. Ve çocuklar.



Kente vardığımda İngiliz bir bisikletçi ile tanışıyorum. Biraz bilardo oynuyoruz. Her şeyi bırakıp yolda olmayı seçen arkadaşım bisikletini göstermek istiyor. Gidip bakıyoruz. Gerçektende böyle bir bisikletle yüz bin km civarında yol yapmayı denemek delilik. Önceki bisikleti kırıldığı için bunu Hindistan ya da öyle bir yerden almak zorunda kalmış.
Akşam yemeğinde bir başka İngiliz ile tanışıp kısa bir muhabbet ediyoruz.
Oudom Xai civarı.






14 Haz 2009

15 Nam Tha

Nam Tha
Kimden gezi
Ertesi gün vakit kaybetmeden yola devam ediyorum. Devamlı yokuşlarla boğuştuğumdan fazla mesafe gitmem mümkün olmuyor. Devam ettikçe yollar daha da güzelleşiyor. Keyfim inanılmaz yerinde. Durduk yere şarkı söylemeye, gülmeye başlıyorum. Bir daha kendimi bu kadar mutlu hissedebilir miyim bilemiyorum. 


Kimden gezi
Nam Tha bu yoldaki ikinci konaklama yerim. Bundan sonrasında dağlar başlayacak. Ve anladığım kadarı ile dağ demek manzara demek. Kent iki kısımdan oluşmuş. Bir bölünde gündüz pazarı diğer bölümde de gece pazarını kuruyorlar. Ben sonraki kısımda yani gece pazarının bulunduğu kısımdayım. Konaklama konusunda Tayland da ki kadar konforlu sayılmaz, ama bence Laos mükemmel bir yer. Bu kadar bozulmamış kalması inanılmaz. İlk defa insanlara hiç tereddüt etmeden, severek bakıyorum. Burada bu insanlardan benim öğrenmem gereken çok şey var. Saflık.
Kimden gezi

13 Haz 2009

14 Vieng Poukha


Vieng Poukha
Kimden gezi


Tayland’da bisiklet kullanmak inanılmaz keyifliydi. Bunca yolu öyle bir konfor içinde geçmiştim ki akşam otel bulmak ya da yolda yemek bulmak benim için hiç sıkıntı olmamıştı. Şimdi Laos’ta bu konforu kaybedeceğimden korkuyorum. Otele yol güvenliği ile ilgili bir iki soru soruyorum. Cevap oldukça güven verici “kokmana gerek yok Laos’tasın” Gerçektende burası dünyanın en güvenilir, en güzel insanlarının yaşadığı yer olmalı. Biraz bisiklet kullanmak bunu hissetmek için yeterli.
İlk hata. Burada trafik soldan değil sağdan akıyormuş. O kadar az araç var ki bunu anlamak için biraz ters yönde bisiklet kullanmak zorunda kaldım. Yol bundan sonra o kadar güzel ki, uçsuz bucaksız dağlar, ufak köyler ve arada arkamdan koşturan ve ‘sabadii, sabadii’ diye bağıran çocuklar. ‘sabadii’ merhaba demekmiş. Tayland’da da aynı kelimeyi nasılsın için kullanıyorlardı ‘sabaydi boo’. İlk konaklama yerim bir dağın tepesinde. Kiraladığım kulübe ise bir nehrin üzerinde yer alıyor. Nehirde yıkanan köylüleri görünce bende eşyalarımı bırakıp yıkanmaya gidiyorum. Akşam elektrik kesintisi ile hayatımdaki en unutulmaz manzara ile karşılaşıyorum. Yıldızlar ve ateş böcekleri. Yıllardır ateş böceği görmemiştim. Gece o kadar ışıksız ki elimi öne uzatınca yıldızları gizleyen bir siyaklık oluyor sadece. Benim ne yaptığımı inceleyen ev sahibi aile yıllarca ateşböceği ve böyle yıldız görmemenin ne demek olduğunu anlayamazlar.
Kimden gezi


11 Haz 2009

13 Chiang Kong


Chiang Kong

Üç ülke ve ben.

İşte tam burası Mae Sai ile Chiang Kong arası Altın Üçgen adı verilmiş olan bölge ve bir zamanlar dünya uyuşturucu merkeziymiş. Üç önemli ülkenin Tayland, Laos ve Burmanın kesişim noktası olan bölgede üç ülkenin de sınırını Mekong Nehri belirlemiş. Nehre ulaştıktan sonra Tayland da bisiklete binme keyfini Mekong nehrinin diğer tarafındaki Laos ve Burma manzarası ile süslüyorsunuz. Bu üç ülkenin kesiştiği bölgede ise çeşitli tekne turları ile üç ülkenin topraklarında kısa molalar vererek gezi yapmak mümkün. 
Kuzeye gittikçe doğanın güzelleşmesi ve Laos hakkında duyduklarım yüzünden ben sınıra ulaşmak için sabırsızlanıyorum. Ayrıca param bitmek üzere olduğundan sınırda para çekmeyi planlıyorum. Laos'a dertsiz tasasız giriş yapana kara içimi kaplayan tedirginlikten kurtulmam mümkün değil. Bu yüzdende sınırda olacak aksiliklere karşı bir iki gün önce sınır kentinde olmak benim için önemli.
Yolda bir markette noddle yeme molası vermişken yanıma bir başka bisikletçi geliyor. Biraz bir şeyler içtikten sonra yola devam ediyor. Biraz yavaş olduğunu o yüzdende ilerde buluşabileceğimizi söylüyor. Çok vakit geçmeden onu yakalıyorum. Beraber sohbet ederek 20km kadar gidiyoruz. Yokuşlarda ise ben şehirde buluşmak üzere sözleşip basıyorum. Günde bir paket kadar sigara içen Kanadalı bisikletçi bana göre gerçektende yavaştı. 
Şehirde uygun bir otele yerleşip bisikletçi arkadaşımın oteline gidiyorum. Günün geri kalanını bol bol bira içip Laos hakkında konuşarak geçiriyoruz. Bana Laos hakkında anlattıkları inanılmaz. Anlatırken gözleri parlıyor. Bana bir iki harita hediye ediyor ve önemde yer alan 1500m'lik dağları ve 23km'lik rampaları gösteriyor.

Lezzetli yemeklerden birisi. Ne diye sormayın lütfen.

Ertesi gün para çekiyorum. En önemli şey bana bankanın verdiği on adet banknot. Bunlarla insan gerçektende güvende hissediyor. Akşam üzeride Laos'a tekne ile geçiyorum. 
Bir sorun ile karşılaşmadan sınırda vizemi veriyorlar. Bu durum bu sene değişmiş anlaşılan. Artık TC vatandaşlarına Laos sınırında vize vermeyeceklermiş. Sınırda bulunan döviz ofisinde paramı değiştiriyorum. Aman tanrım o ne! Bana o kadar çok para veriyorlar ki Paraları saymam mümkün değil. Paramı koyduğum bisiklet çantası kapanamayacak kadar doluyor. Verdikleri paranın kalınlığı yaklaşık 10cm. 40 adet kâğıt para vererek ucuza bir oda tutuyorum. Bu para kalınlığını biraz düşürüyor. Ve artık Laos'tayım. 

Tekne üzerinde Laos'a yaklaşırken. Yolculuk 3dk. sürdü.

7 Haz 2009

12 Mae Sai ve Tayland'ın en kuzey noktası.


Mae Sai

Bir gece kalacağım guesthouse'um

 
Ülkenin en kuzey sınır kapısıdır. Bu kent Burma etkisinde olduğundan olsa gerek biraz güvensiz gibi geldi bana. İki ülke arasında günübirlik geçiş için 400baht gibi bir para vermek yeterli. Fakat benim durumumda yaklaşık 12-13usd yapan bu parayı bir günde harcamamayı öğreniyor insan. Burada Tayland’daki en ucuz odamı buluyorum. Çok neşeli bir kız çocuğu bana yardım etmek istiyor fakat ben sineklik şeklindeki çadırımı gösterip içerisinde yatacağımı tarif ediyorum. Böylece bana bir yer döşeği ve bir çarşaf verip kutuluyorlar. Gerisini benim halletmem 8-9 yaşlarında bir kız çocuğundan daha kolay olacaktır.


Kente yağmura yakalanmışken çektiğim bir mahalle.


Bu neşe dolu kızın mutluluğunu biraz daha görmek için yemeğimi otelde yemeğe karar veriyorum. Bir iki meyve suyu ve biraz yumurtalı pilavlı bir şeyler sipariş ediyorum. Kız çap pat İngilizcesi ile benimle konuşmaya çalışırken bende yemeğimi yiyorum. Benim onu anladığımı görmesi, onunda beni anlaması ona nasıl komik geliyor nasıl gülüyor görmeniz gerek. Ertesi gün bir şehir turu, sınır turu ve yemek turu yapıyorum. Yolda satılan bir kaç şeyi alıp bisikletime bağlıyorum. Bir parkta yer bulup yemeğimi yiyecekken beni üzen bir olay oluyor. Bir çocuk ve annesi yanıma gelip yemeğimden biraz almak istiyorlar. Kadın yemeğimi alıp yere yola oturuyor ve bir kağıt parçasının üzerinde çocuğunun yiyişini izliyor. Yerde o şekilde yemek yemelerine dayanamadım. Bir şey söyleyecek gücüde kendimde bulamadığımdan (kadın ve çocuk o kadar asillerdi ki benim onlara acıdığımı düşünmeleri onları çok üzerdi) gayet neşeli görünmeye çalışarak çok fazla yediğimi ve kalan yemeğimi verdiğimi işaret ettim. Yanımda ne varsa yedim ve oradan uzaklaştım. Biraz ileriden baktığımda hala yerde betonun üzerinde bir kâğıt parçasında yemeklerini yemeğe devam ediyorlardı. Sanki başka bir yere oturmaya layık değillermiş gibi. O gün biraz utanç hissi ile karnımı doyurdum desem yeridir.
Bir cenazede çok neşeli ölü yakınları gördüm. Beni gördükleri için o kadar mutluklardı ki neşeli bir şeyler için orada bunduklarına neredeyse emindim. Biraz vakit geçirip bana asıl sebebi tarif ettiklerinde ise şaşkınlığımı anlatamam.

Motoru tamir eden bir çift genç budist.

11 Chiang Rai


Kimden gezi


Sabah kalktığımda hala bitkin vaziyetteydim. Bisikletle daha 30-40 km yapmamışken bir nehre varıyorum. Burası iyi bir yemek molası için keyifli görünüyor. Bir iskeleden yolan kalan kısmını botla tamamlayabileceğimi öğreniyorum. Hemen bilet alıp bir saat kadar oyalanıp bir şeyler yiyorum. Bot yolculuğunda ben ve bir çift haricinde kimse yok. Yolculuk uzun sürüyor. 2-3 saat kadar yağmurun altında gidiyoruz. Rüzgar hepimizi üşütüyor. İndiğimizde ise hemen birisi gelip otel tanıtımı yapıyor. Fotoğraflarda çok güzel görünen yerin fiyatı da çok uygun. Ülkedeki en ucuz ikinci otelimi bu şekilde buluyorum. Otele ulaşınca fotoğraftakinden çok daha güzel bir yer ile karşılaşıyorum. Görünüşe göre Birkaç günümü burada geçireceğim. Burada Tayland da en çok görmek istediğim tapınak var. Beyaz tapınak edikleri bu yer bisiklet mesafesinde. Ertesi gün oraya gitmek istiyorum. Şehirde biraz yemek turu yapıyorum. Hayatımda gördüğüm en güzel pazar yerleri burada yer alıyor. İnsanların arasında dolanıp bir şeyler yemek yeni insanlarla tanışmak, onların geleneklerini anlamaya çalışmak bu gezi boyunca en çok keyif aldığım şeylerden. Gittiğim her şehirde yeni geleneklerle, yeni yemeklerle tanışıyorum.


Beyaz tapınak: Sürprizlerle dolu bir tapınak. Wat Rung Khun.


Beyaz Tapınak: giriş havuzu

Dışarıdan fotoğraflarını çekebildiğim tapınağın ne kadar etkileyici olduğunu sizde kabul edeceksinizdir. Hava biraz yağışlı olduğundan çok fazla fotoğraf çekemedim. Son derece sade ve tamamen beyaz olan tapınak önden bakıldığı zaman muhteşemdir. Fakat biraz yanlara doğru giderseniz bu etki kaybolacaktır. İki boyutlu tasarlanmış olan tapınak sanki dantel desenleri birbiriniz üzerine koyuyormuşsunuz gibi bir his yaratmaktadır.

Tapınağa girmeden önce tapınağın müzesi denebilecek bir sergiye gittim. Burada tapınağı yapan sanatçının eserleri sergileniyor. Tapınağın yapım aşamasında olduğunu söylemem gerek. Çünkü her ne kadar dışarıdan bitmiş gibi görünse de, sanatçı tapınağın içinde çalışmasına devam etmekteydi.
Sanatçının işleri bizim kültürümüz için biraz fazla sıra dışıydı. Resimlerin neredeyse tamamı Budizm ve doğu kültürü ile alakalıydı fakat bazılarında çok yeni göstergeler kullanılmıştı. Mesela bir resimde dünya uzayda bir top gibi resmedilmiş ve etrafına çeşitli uydular yapılmıştı. İki üç tane ama oldukça büyük yapılmış olan bu uyduların uçları penis şeklinde yapılmıştı. Dünyaya çarpan bir meteor var ki buna biraz dikkat edersek bununda bir sperm olduğunu fark ederiz. Ve uzayda milyonlarca sperm yani meteor daha resmedilmiş. 90ların ortalarında yapılmış olan resimde sanatçı dünyayı anne karnında döllenmeyi bekleyen bir yumurtaya, uzayı döl yatağına ve spermleri de çeşitli gök cisimlerine benzetmiş. Dünyaya çarpacak olan ilk meteor yani yumurtayı dölleyecek olan ilk sperm, yeni bir başlangıcın sebebi olacakken, dünyamız içinde bir felaket olacaktır. Bu fevkalade buluşmayı sağlayan spermler ise penislerden yani dünyanın etrafındaki uydulardan yani teknolojinin en yeni ürünlerinden geleceklerdir. Yani anlayacağınız sanatçı resminde teknolojinin yaratacağı bir sonun aslında bir başlangıç olacağını anlatmaya çalışmıştır.

Giriş havuzundaki eller.

Sanatçının bir başka başarısı da kral ile tanışmasıdır. Aralarının söylendiği kadar samimi olmadığını anlamak kolay, çünkü yan yana bulundukları bir iki fotoğraf hep aynı mekanda çekilmişti, yani sanatçı ile kral sadece bir defa bir araya gelmişlerdi. Ayrıca fotoğraflarda sanatçı son derece gergin ve resmi görünüyordu. Bir sanatçıdan çok bir asker gibiydi. Yani daha önce bir kralla aynı mekanda bulunmamış olmalı. Fakat her şeye rağmen sanatçının krala tamamıyla yağ çekmek için yapmış olduğu belli olan bir resim tanışmalarına sebep olmuş olmalı. Fotoğraflarda da görünen kendiside sergide bulunan resim ise şöyle: Kral bir tanrı olarak resmedilmiş. Bulutların üzerinde yarı ejderha yarı insan bir yaratık kralı taşıyor ve kralda halka değişik çiçekler ve mutluluk dağıtıyor. Fazla söze gerek yok sanırım. Resmin kralı nasılda yücelttiği anlaşılmıştır. 




Beyaz tapınak önden görünüş.

Sanatçımızı biraz tanıdıktan sonra tapınağın henüz yapım aşamasındaki içe mekanına geçebiliriz. Mekan dikdörtgen şeklindeydi. Ve tüm duvarlarında resimler yer alacak şekilde tasarlanmıştı. Yan duvarlardaki resimler hala yapım aşamasındaydı fakat giriş kapısının bulunduğu duvardaki resim ve karşı duvarda budanın bulunduğu duvardaki resim tamamlanmıştı.
Karşı duvarda bir tanrı resmi yer alıyordu. Sarı tonlarda yaldızlı bir boya ile yapılmış olan, 8m eninde ve 12 m yüksekliğindeki bir duvarda yer alan çok az kontrasta sahip bu resimim önünde 4m yüksekliğinde bir kaide ve bu kaidenin üzerinde de bir gümüş yaldızlı renklerde tanrısal bir figür yer alıyordu. Her şeyin en önünde de normal bir insan boyutlarında balmumundan bir Budist rahip yer alıyordu. Muhtemelen zamanında yaşamış önemli rahiplerden birisinin kopyası olan bu rahip tapınağın merkezi yada odağı gibiydi. Yani rahibin önünde diz çökecek olursanız rahipten biraz daha büyük olan ve arkasında yer alan tanrı figürü, sonra onunda arkasında yer alan ve biraz daha büyük olan resimdeki tanrı figürü bir perspektif oluşturmaktaydı. BU sanki en büyük olan tanrıdan en ufak olana doğru bir gidiş yanda tanrının enerjisini odakladığı bir Budist rahip izlenimi oluşturuyordu. Daha sonra “Ankor Wat” tada benzer birkaç düzenleme görecektim. Çok benzer şekilde arka arkaya sıralanmış heykeller ufaktan büyüye doğru gidiyor ve siz en önde sunak kısmında yani hediyelerin ve yemeklerin sunulduğu kısımda bulunduğunuzda en öndeki figürün arkasındaki tanrısal figürleri de görebiliyorsunuz. Burada asıl önemli nokta en önemsenen figürün yani önünde ibadet edilen figürün tüm enerjinin odağındaki en ufak figür olması.
Giriş kapısının olduğu duvarda ise tek bir resim yer alıyor. Çok karışık sayılacak bu resimde en tepede bir tanrı, ve bu tanrının altında bir kaosa doğru gitmekte olan insanların dünyası anlatılmış. İnsanlar dünyasının karmaşasının anlatan resmin bir bölümünde Newyork’ta bir zamanlar bulunan ikiz kulelere ikinci uçağın çarpma ana gösterilmiş. İlk uçağın çarptığı kulenin tepesinde iki kafalı bir yaratık çizilmiş. Diğer kulede ise bir benzin pompasının hortumu yılan gibi kuleye sarılmış ve pompanın ağzından damlayan bir iki damla benzin bir kaç tane yaratığı beslemekte. Anlam veremediğim bir başka figürde; bir canavarın ağzının içerisine yerleştirilmiş farları açık bir taksiydi. Ve resmin bir başka bölümünde de bir canavar dünyayı yemeğe çalışırken yanından uçup giden Süpermen’in çaresizliği gösterilmiş.
Resmin diğer tarafında da bir füzenin üzerinde matrix filmindeki esas karakter duruyor. Bir başka bölümde ise bir canavarın ağzının içerisinde bir fahişenin memesini ısıran bir adam şehvetle gösterilmiş, fahişe ise sigarasını içmekte. Gene bir canavar ağzının içerisinde testere filmindeki kukla kafası yerleştirilmiş. Bir boynuza geçirilmiş kol saati, bir canavarın elindeki Nokia marka cep telefonu, birkaç converse ayakkabı, birçok uzay gemisi, füze, çeşitli yıldız savaşları figürleri, robotlar resmin çeşitli yerlerinde yer alıyorlar.

Resim şaşırtıcı derecede anlamsızdı. Fakat bir tapınağın içerisinde yer alması ve bizde tabu olarak sayılacak çıplaklık yada çeşitli öfke ve şehvet anlarının bir şey anlatacak biçimde resmedilmiş olması Budizmin ne kadar hoşgörülü olduğunu ve sansür anlayışından ne kadar uzak kaldığını açıklayacaktır. Tamamen kafa karışıklığı içerisinde tapınağı terk ediyorum. Eğer yolunuz düşerse bu şiir gibi tapınağı ve resmin bitmiş halini mutlaka görmelisiniz.

6 Haz 2009

10 Fang


Sis. Ve gene sis. Aksiliklerle dolu bir güne böyle başladım. 
Güne aksiliklerle ile başlıyorum. Sabah 5:00 da kalkmama rağmen arka vitesimin bozulması bana vakit kaybettiriyor. Aşırı yağmurdan olsa gerek vites teli sertleşmiş ve gergin kalmış. Henüz acemi bir bisikletçi olmamdan dolayı sorunu ilk başta alamayıp ilk önce vites ayarları ile oynuyorum. Aslında elimle vites telini bir iki defa çekip bırakmak gibi basit bir çözümü iş işten geçtikten sonra buluyorum. Biraz bozulmuş vites ayarları ile yokuşu tırmanmaya başlıyorum. 2 saat kadar tırmanıştan sonra bir saçak altında mango yeme molası veriyorum. Yoldan geçen Birkaç arabanın içerisindeki Budist rahipleri ile selamlaşıyoruz. Anlaşılan tapınak açılışı için ülkenin çeşitli kentlerinden Budistler geliyorlar. 60Km sürecek olan yol şimdiye kadar gördüklerimin içinde en dik rampalara sahip olanı. Km saatim 4km nin altındaki değerleri okuyamıyormuş. Bunu aşırı yavaş gittiğim zaman fark ediyorum. Bazı yerlerde tırmanış hızım 3,5km ye düşüyor. Bir iki yerde de düşecek kadar yavaşladığımdan bisikleti elime alıp yürümek zorunda kalıyorum. Yol en sapa köylerden birisine giden bir yerde olmasına rağmen çok keyifli. Kaymak gibi bir asfalt yapılmış. İnişlerde inanılmaz keyif alıyorum. En son inişimde bisiklet çantam jant telime takılıyor. Tam virajda başıma gelen bu olay şerit değiştirmeme sebep oluyor. Karşıdan gelen bir araba ile burun buruna geliyoruz. İyice yoldan çıkıp araba ile çarpışmaktan kurtuluyorum. Araba şoförü de bende derin bir nefes alıyoruz. Fakat benim durumum o kadarda iyi değil. Basit bir hata yüzünden daha dün yaptırdığım jant tellerini bir daha onartmak zorunda kalacağım. Zaten 2 ay sonra arka tekerimdeki jant tellerinden birisi kopacak. Büyük ihtimal bu hata sonucu kopacak jant teli belirlenmiş durumda.

Sabahın erken saatlerinde yollar sisliydi.

Yolda ilginç bir pilav yiyorum. Bambu çubukların içerisine pirinç doldurup pişiriyorlar. Yemek içinde önce bambu çubuğunu soymak gerekiyor. İçerisinde kalan incecik bir zar pilavı bir arada tutuyor. Genelde muzlu ve hindistancevizli pişirilen bu pilav bizim damak zevkimizin tam tersi tatlı bir yemek. Pilavcı amca artık yokuşların bittiğini müjdeliyor. Geriye kaldı 80km.
Son 60km yağmur altında yol aldığımı hatırlıyorum. Aralıksız yağan yağmur beni oldukça yıpratıyor. Kente vardığımda lastiğim patlamış, aç ve bitkin halde bir otel buluyorum. Odamdaki bir iki böceği öldürüp dışarıda yemeklik bir şeyler arıyorum.

İşte yorucu bir günün sonunda kendin pişir kendin ye. Ocakbaşı.
Burada insanların hafta sonları takıldıkları kendin pişir kendin ye tarzında bir yer buluyorum. Oldukça kalabalık olan bu yerde hayvanlar gibi yemek yeme şansım var. Ama ne yapacağımı bilmediğimden şaşkın şaşkın insanları izliyorum. İyi İngilizce konuşan bir kız halime acıdığından olsa gerek yanıma gelip bana neler yapmam gerektiğini anlatıyor. Sınırsız yemek yiyeceğim bu mangal keyfi tam istediğim şey. İçeride bir oda kalamarlar, balıklar, tavuklar ve kırmızı etler beni bekliyor. Yanında da bol bol meyve. Ne ararsanız var. Hemen mangal başında elimde çubuklar yemeğimi pişirmeye çalışıyorum. Ama bugün aksiliklerle dolu bir gün olacak ya bütün yemeklerimi yakıyorum. Kız gelip ateşin gücü azalana kadar yanımda oturuyor ve benim için aşçılığa başlıyor. Bizde bir yandan yemek yeyip bir yandan sohbet ediyoruz. Burada yurt dışına ham madde satan bir firmada çalışıyormuş. İyi İngilizcesi sayesinde pazarlama ve müşteriler ile diyalogları hallediyormuş. Türkiye'nden de bir iki müşterisi varmış. Bu güzel sohbetin ve yemeğin ardından. Otelime dönüyorum. Tamamen ıslanmış olan kitabımı, kıyafetlerimi kurutuyorum ve deliksiz uyuyorum.
Yoldaki köylerden biri.

5 Haz 2009

9 Wieng Hang


Aşılışı yapılacak buda için son hazırlıklar yapılıyor.

Sabah erken kalkıyorum. 07:00 gibi fang’a doğru yola çıkıyorum. Mesafe 150km.
Daha 10 km gitmemişken bir araç beni durduruyor. Aracın arkasında bir MTB. Beni arabaya davet ediyor. Arabayla biraz devam edip mesafeyi kısaltırım diyerek teklifini kabul ediyorum. Arabanın arkasındaki bisiklet bagajına bisikletimi yerleştiriyorum. 20-30km kadar şehirden uzaklaşmak ve yolların güzelleştiği bir yerde devam etmek daha mantıklı. Bir benzincide durup kahve ve kahvaltı molası veriyoruz. Bu arada da arkadaşım kendisini tanıtıyor; Chiang Mai MTB derneğindenmiş. Daha öncesinden bir Tayland Laos ve Çin turu varmış. Burma sınırında bir tapınak açılışına gidiyormuş. Çok güzel olduğunu söylediği köye benimde gelmemi istiyor. Bisiklete binilecek güzel yollar varmış.
Sonuçta beni Wiang Haeng’e gitmeye ikna ediyor. Vardığımızda bir hostel kiralayıp eşyalarımızı bırakıyoruz ardında da bisikletlere atlayıp 25km uzaktaki bir tapınağa gidiyoruz. Burasının yarın açılışı yapılacakmış, bu yüzden de birçok Budist gelmiş. Şu ana kadar gördüğüm en iyi İngilizce konuşan kişiyle bir Budistle konuşuyorum. Din adamlarının bazıları kusursuz bir aksanla İngilizce konuşuyorlar. Benim ertesi günkü açılışa gelmemi çok istiyorlar fakat gelemeyeceğimi ve vizemin bitmek üzere olduğunu anlatıyorum. Bir an önce Laos sınırına varmam gerektiğini söylüyorum.

Ülkenin çeşitli yerlerinden gelen Budistler.


Bu köy Burma sınırında yer alıyormuş. Bulunduğumuz yeni tapınağın arkasında eski bir tapınak var. Oraya gidiyoruz. Eski tapınak bir kuru bir dere yatağının hemen yanında yer alıyor. Dere yatağının diğer tarafında ise bir köy daha var. Bir taş fırlatıp evin camını rahatlıkla kırabileceğiniz bu köy Burma sınırlarındaymış. Aradaki kuru dere yatağı dediğim şey ise aslında bir mayın tarlasıymış. Ne bir işaret ne bir çit arada hiçbir şey yok. Bilmeyen birisi aşağıya inip kendisini bir mayın tarlasının ortasında bulabilir.
Aksam ise bir karaoke yapılan bir köy kafesine gidiyoruz. Burada birkaç bira içip müzik dinliyorum. Burada gençler birbirleri ile bu tür mekanlarda arkadaşlık kuruyorlar. Birbirleri içi romantik şarkılar söyleyip eğleniyorlar. Ben bir kaç ateş böceği gördükten sonra (bunları görmeyeli 20 sene olmuş var olduklarını unutmuştum) saatimi 05:00 a ayarlayıp yatıyorum.
Ertesi gün yolum oldukça uzun. Arabadaki yükseklik ölçen alete göre 1300m tırmanmam gerekecek. toplam yolum ise 135km. Sonrasında Fang’a varacağım.

2 Haz 2009

8 Chiang Mai


Fillerle bezeli bir tapınak.

Chiang Mai kuzeyin başkenti. Bangkok’la kıyaslanabilecek bu kent çok daha sakin ve misafirlerine konaklama için daha fazla imkan veriyor. Burada ilk akşam yemeğim için şunu söyleyebilirim: tur boyunca tattığım en güzel çorba.
Ertesi sabah patlamış olan lastiğimi yamayıp eski kenti geziyorum. Lastiğimin yolda değil de otele yerleştikten patlamış olması büyük bir şans. Tapınakları birazda nezaketen geziyorum. Artık daha fazla tapınak görmek istemiyorum. Şehir hayatı ve yerel halk benim daha çok ilgimi çekiyor. Akşama doğru pazar yerinde dolaşıp ne olduklarını bilmediğim meyveleri tadıyorum.
Kentteki son günümde de erken kalkıp hayvanat bahçesine doğru gidiyorum. Yol üzerindeki bir bisikletçide jant ayarlarını yeniliyorum. Hayvanat bahçesinde yeni doğmuş panda ile ilgili bir coşku yaşanıyor. Yeni doğan yavruyu ancak ekranlardan görebiliyorsunuz fakat daha önce hiç görmediğim panda ve koala gibi türleri burada görmek benim için yeterli.

Bisiklet ayarlarını hemen her kent te yaptırmak mümkün.


Hayvanat bahçesi bir tepenin yamacında kurulu. Çıkışta tepeye tırmanan bisikletçilerle karşılaşıyorum. Onlarla beraber bir saat kadar tırmanıp manzarayı izliyoruz. Burada benimle aynı otelde kalan bir gençle karşılaşıyorum. Biraz ürkütücü bir görünüşü olan arkadaşım buraya motor kiralayıp gelmiş. Biraz sohbet ediyoruz. Bana zirvedeki bir tapınaktan bahsediyor. Çok az mesafem kalmasına rağmen diğer bisikletçiler yağmur yağacağını söylüyorlar. Onlara uyup bende inişe geçiyorum.

1 Haz 2009

7 Lampang


Kimden gezi

Sabah 5:30 gibi kalkıp 6:30’da yola cıktım. sabahın bu saatinde bu şehir gerçekten de hareketli. Budistler pazaryerleri okul öğrencileri vs. kalabalık o kadar fazla ki günün en hareketli saatleri sabahın bu vakti denilebilir.

Dün Ga’dan yolumun oldukça dağlık olduğunu öğrenmiştim. Ga bu yolları motosikletle gezip durduğundan nerede ne var gayet iyi biliyor. 11 numaralı yol.
Bir sure gittikten sonra yoğun bir yağmura yakalanıyorum. çok fazla araç olmadığından ve çok keyifli bir yol olusundan ıslanmaya aldırmadan devam ediyorum. Bir yere yol çalışmasına denk geliyorum. Bundan sonrada yol berbat durumda. Çamur içindeki bu yoldan devam etmektense geri dönmek daha mantıklı geliyor. Ga gene yollarda. Tam geri dönmeyi düşünürken Ga ile karsılaşıyoruz. Ga’nın verdiği bilgiler sayesinde yola devam kararı alıyorum. Bozuk yolda 1km içinde düzeliyor.

Yokuş ve yine yokuş. İki tane ciddi dağ asmam gerekti rakım ile ilgili bilgi veremiyorum. Ama bulutlar aşağıda kalıyordu (aslında buradaki bulutlar hep alçakta oluyorlar) toplam 144km yol sonunda da lampang a varıyorum. Bisikletli şehir sakininin yardımı sayesinde 150bahta ucuz bir yer bulabiliyorum.
Burası çok keyifli bir yer. Hem bugün geldiğim yolun şimdiye kadarkilerin içerisinde en keyifli olanı olusu, hem de buranın fazla turistik bir yer olmaması burasını bana baya sevdirdi.
Burada güzel bir akam pazarı var, gezerken kendine ziyafet çekebileceğin bir yer. Buradaki dükkanlara -özellikle yerel dükkanlara girerken ayakkabı çıkarmak gerekiyor. Bazı eczaneler, giyim mağazalarının onu cami girişi gibi ayakkabı doluydu.

Kimden gezi

Buransının en garip yönü ucan enteresan sinekleridir. Ömrümde ilk defa gördüğüm sinek karınca karışımı 5-6cm’lik hayvanlar burada uçuyorlar. Bütün her yerde bulut gibi sevimli hayvanlar olduğundan insan çok rahatsız olmuyor ama şehri sanki istila etmişler gibi. Bu istila güneş batarken başlıyor ve 1 saat kadar sürüyor.

31 May 2009

6 Uttaradit


Kimden gezi

Bugün bisiklet üstündeydim 110km lik çok keyifli yollardan utarait e ulaştım. Burası çok keyifli bir kent değil. Ufak bir yer ama insanları çok sıcak ve ilgililer. Burada önemli bir tarihi eser olmadığından çok ünlenememiş bir yer. 140 baht’lık bir oda bulduktan sonra bisikleti bırakıp biralamaya bir yerlere gidiyorum. Bir İngilizce öğretmeni ve mekanın sahibi Ga ile muhabbet ediyoruz özelliklede tai dili hakkında. Burada kadınlar ile erkekler farklı dil kullanıyorlar. Mesela kadınlar merhaba demek için swadikaaa derken erkekler swadikrap diyorlar. Buna benzer ne kadar kelime var bilmiyorum fakat kadınlar ile erkeklerin konuşmasındaki farkı anlamak mümkün. Bunların öğrendikten sonra sıra birazda kelime öğrenmeye geliyor. Fakat çok zor bir dil. kelimeleri söylemek imkansız gibi.

Yolda giderken o kadar çok kelebek vardı ki. Bir kaçtanesi km saatimin üzerine konarak yolda bana arkadaşlık ettiler.




30 May 2009

5 Sukothayi


Sukothayiye gitmek için saat 10 gibi yola çıkıyorum. Saat 1 de şehre varıyorum. Yolda büyük bir hata yapıyorum. Vücudumda oluşan amele yanığını yok etmek için yol boyunca t-shirt’ümü çıkarıyorum. 3 saat güneş altında bisiklet kullanmak can yakıcı yanıklar oluşmasına sebep oluyor.
Antik kent gezisi yaparken kulaklığımı bisikletin tekerine kaptırıyorum. Artık sıkıcı yollarda beni motive edecek müziğim yok. Ama şansıma yollar devam ettikçe daha yeşil ve çekici oluyorlar. Şehri ve 15-20 km ilerisindeki antik kenti fazla anlatmayacağım. Ayyuthaya gibi bir ada olan antik kent ile ilgili birkaç fotoğraf yeterli olacaktır.
Ertesi gün bisikletimi temizleyip otelde bırakıyorum. Biraz şehir turu yapıp dinleniyorum.


27 May 2009

4 Phitsanulok

Kimden gezi

Phitsanulok'a trenle geliyorum. Trende yemekli vagonda birkaç bira içiyorum. Masasını paylaştığım thai adam da bol bol sigara ikram ediyorlar. Adam sigarasını bambu yaprağı gibi bir şeye sarıp içiyor. Bu da sigaraya değişik bir aroma veriyor. Bu tren hattını bilen bir arkadaşımın olması bana güven veriyor. Nitekim ineceğim istasyona gelmeden önce beni uyarıyor. Arkadaki yük vagonundan bisikletimi alıp yeni şehirde nerede olduğumu bulmaya çalışıyorum. Elimdeki şehir haritasının ölçeğine alışamadığımdan Gh olduğu yeri geçip askeri alana giriyorum. Askerlerin şaşkınlığı, benim onlara haritada bir şeyler sormaya çalışışım görülmeye değerdi. Aynı yolu geri donuyorum. GH nin olmasını düşündüğüm yerdeki bir bara guesthousenin adını soruyorum. Çıkan üç kız Gh yi tarif etmek yerine kollarımı ve bacaklarımı ellemeye başlıyorlar. Onlarla fazla vakit kaybetmeden kendi çabalarımla guesthouseu buluyorum. Anladığım kadarıyla bu sezonda kapalıymış. Benim için bir oda ayarlıyorlar. Ve gezimin en ucuz ve en unutulmaz konaklama yerinde böylece varmış oluyorum. Bana verdikleri oda büyük bir bahçenin içerisindeki yan yana dizili ahşap kulübelerden birisi. Kulübenin kapılarında ahşap ağırlılardan yapılmış bir mekanizma kapıların kendiliğinden kapanmasını sağlıyor. Böylece içeriye biraz daha az sivrisinek gireceğini düşünmüş olmalılar. Tuvaletim ve banyomda odanın dışına yapılmış bir ahşap bölme. Bu bölümde ise duş alırken gökyüzünü izleme şansınız var. Çünkü tavan ve duvarlar yarım bırakılmışlar. Odamın giriş ve banyo kısımlarında ise birer tane bir buçuk metre yüksekliğinde toprak testi duruyor. Benim odam gibi yan yana dizili diğer odalar ve bahçedeki güzel bitkiler burasını benim için unutulmaz yaptı.
Eşyalarımı bırakıp biraz daha bira içmeye dışarıya çıkıyorum. Barda tanıştığım bir almanla bol bira içip bol bol sohbet ediyoruz. Barda ilginç bir tuvalet tasarımı var. Sadece işeyebileceğiniz bu tuvalet mutfağın ortasında zeminden çıkan bir boru ve bu borunun tepesine sıkıştırılmış bir huniden ibaret. Açıkçası o kadar biranın üzerine bir sanat eseri gibi duruyordu. Sohbetimiz devam ederken yağmur başlıyor. Burada yağmur başlamadan önce enteresan bir rüzgar başlar. Bu rüzgarı hissettikten sonra en fazla beş dakikanız vardır. Eğer bir yere saklanabilirseniz kuru kalabilirsiniz. Saklanamazsanız sırılsıklam oldunuz demektir. Yağmurun dinmeyeceğini anlayınca bisiklete atlayıp beş dakika uzaklıktaki odama geliyorum ve yolda sırılsıklam oluyorum.

25 May 2009

3 Ayutthaya


Kançhanaburi Ayutthaya arasındaki yol sıkıcı bir yoldu. Üstelik harita üzerindeki bir hesap hatası yüzünden kendi kişisel mesafe rekorumu bugün kırdım. 150Km civarı hesapladığım yol aslında 181km'miş. O zamana kadar en fazla sadece 110km mesafe yapmıştım. Şehre vardığımda ne kadar yorgun olduğumu tahmin edebilirsiniz. Yolda bir iki defa benzincide durup kıyafetlerim ve kaskımla suyun altına girdim. Hava oldukça bunaltıcıydı. En son dinlendiğim bir benzincide bir kamyon şoför benimle oldukça ilgilendi. Beni şehre kadar bırakma konusunda ısrar etse de kendi rekorumu kırma hırsım daha ağır bastı. Bugün bu sıkıcı yollarda kendimi zorlamak, daha sonra kuzey taylandın güzel doğasında keyifle hiçbir şeyi kaçırmadan gitmek istiyordum. Şoför kadın benimle birlikte fotoğraf çekildikten sonra kızı olduğundan bahsetti ve ısrarla beni tanıştırmak istedi. Telefonla kızını arayıp benimle konuşturduktan sonra şehre girince aramam ve onlarda kalmam için ısrar etti. Ne yazık ki şehre vardığımda çok yorgun olduğumdan bilmediğim bir yerdeki evi arayıp durmak istemediğimden bu nazik teklifi kabul edemeyecektim.

Şehir dört tarafında nehirlerle çevrelenmiş bir ada aslında. Şehre girmek için köprülerden geçmek zorundasınız. Ada-şehir ise iyi düzenlenmiş tapınak yerleşimleri ve yeşil alanları ile büyük bir park gibi aslında. Daha sonra bu dikdörtgen ada-şehir planını iki yerde daha göreceğim.
Otelime yerleşip bir duş alıyorum. Yoldayken bu anı sanki hiçbir zaman yaşayamayacakmışım gibi gelmişti. Biraz uzandıktan sonra dışarıda biraz yemek yiyorum, otelin yanındaki turizm acentasından bisikletle tapınakları gezebilmek için bir harita alıyorum. Akşam bu yorgunluğun üzerine bir bira içmek ve ertesi günü harita üzerinde planlamak kadar zevkli bir şey yoktur. Eğer yorgunsanız ve devam etmek istiyorsanız kendinizi bir gün önceden hazırlamak gibisi yoktur. Sabah kalkınca tura istekli ve hazır olursunuz.
Bu bira tam yorgunluğumu hissettirmişken arkadan birisi omzuma dokunuyor. İlk başta böyle bir ülkedeyken birisinin beni tanıyamayacağına emin oluşum karşımdaki kızı tanımamı geciktiriyor. Kançhanaburide beraber şelale gezisi yaptığımız kızmış meğer. Gülümsemeye ve onu gördüğüme mutlu olmaya çalışıyorum ama yorgunluğum buna engel oluyor. Bir anda kendimi suratsız bir mimar olarak buluyorum. Burada ki insanlardan öğreneceğim çok şey var anlaşılan: biraz gülümsemek. Yorgunken, stres altındayken biraz gülümsememe, kaba olma hakkını her zaman kendimde bulmuşumdur. Fakat bu tur boyunca insanların çok zor koşullarda bile, bir cenazede bile gülümsemelerini kaybetmediklerini görmek beni şaşırtmıştı. Turun sonunda bende sınıfı geçmiş olacağım ama suratsız mimarın seyahati bir iki hafta daha devam edecek. Sonra yavaş yavaş silinip kaybolacak.


Ertesi gün sabah kalkıyorum. En sevdiğim şeyi, kahvaltımı bulmak için bisikletimle şehri geziyorum. Kıçım hala acıyor. Bir şeyler atıştırıp şehirdeki bütün tapınakları geziyorum. Bir tanesinde kadın bir budist rahibe görüyorum. Nedense kaşlarının ve saçlarının olmaması ve beyaz kıyafeti bende ilk önce ömrünün son günlerini bu huzur dolu yerde geçirmek isteyen kemoterapi görmüş bir hasta olduğunu düşündürtüyor.  Sonra yavaş yavaş gerçeğin farkına varıyorum.
Bana yoldayken en fazla güven veren şey burada istediğim tapınakta kalabileceğim. Eğer yolu bitiremezsem ilk gördüğüm tapınakta çok hoş ağırlanabileceğimi biliyorum. Eğer bir kadınsanız tek sorun tapınakta bir kadın rahibenin olması şart. Aksi halda kalmanıza izin vermezlermiş. Ayrıca budist rahiplerin kadınlara dokunması yasakmış. Kız kardeşim bir kaç tanesi ile kol kola girip fotoğraf çektirmiş gerçi ama bu yasakların ne kadar esnek olduklarını bilmiyorum.

Akşam gün batımını seyretmek için tapınakların olduğu bir parka gidiyorum. Betminton oynayan bir grup kızı seyrediyorum. Bir süre sonra elimde bir raket onlara katılıyorum. Kızlardan birisi benimle biraz fazla ilgili gibi. Bu ilgili olan kız gideceklerken bana beklememi soyluyor ve yeleğini bende bırakıyor. Arkadaşlarını bırakıp geldiğinde hava iyice kararıyor. Bizden başka kimsenin kalmadığı parkta biraz sohbet ettikten ve birbirimizi daha iyi tanıdıktan sonra tapınaklara doğru yürüyüp karanlıkta kayboluyoruz.......

21 May 2009

2 Kanchanaburi

Nakhon Pathom’dan 79km sonra Kanchanaburi’ye varıyorum. Burası Bangkok yakınlarındaki en önemli turizm kentlerinden birisi. Şehir Kwai nehrinin etrafına kurulmuş. Etrafındaki milli parklar, şelaleler ve birçok kişinin filmini ve film müziğini hatırlayacağı Kwai Köprüsü burasını ünlendirmiş.
Buraya gelirken 30km kadar yağmurda bisiklet kullanmak zorunda kalmıştım. Çok az bir yağmur yağmış olsa da bisiklet turumda gördüğüm ilk yağış olması yüzünden biraz durup yağmurun dinmesini beklemiştim. Yağmuru beklemenin bir sonuç vermeyeceğini anlayınca yola devam etmiştim. Kanchanaburi’ye girdiğimde ıslak ve kirli hissediyordum. Bu yüzdende ilk gördüğüm gusethouse (GH) da konaklamaya kara vermiştim. Bu GH ne yazık ki şehrin en kişiliksiz yerlerinden birisinde yer alıyormuş. Bir yol kenarında, akşam pazarına uzak, yerel halktan kopuk, turizmin canlı olduğu ikinci bir Kanchanaburi denebilecek nehir kenarı ile ilişkisi olmayan fakat konforlu, içinde bisikletimi bırakabileceğim bir avlusu olan bu GH de sadece bir gün kaldım. Şehirdeki diğer günlerimi nehir kenarında daha güzel ve daha ucuz bir GH da geçirdim. Bu GH turumun bundan sonraki kısmını planlayacağım yer olacaktır.
-------------

-------------
Bazen bisikletle olmak, şehir içinde bisikletle bir yerlere gitmek insana çok güzel sürprizler hazırlıyor. Bunlardan birisini bir akşam bisikletle bir şeyler yemeye çıktığımda yaşamıştım. Kanchanaburi Ölüdeniz benzeri bir yer gibi düşünülebilir, gece açık havadaki barlarda bir şeyler içip bilardo oynayabilirsiniz, sahil kenarında ki GHnin kafesinde nehrin tadını çıkarıp hamakta sallanabilirsiniz. Fakat bunlar yerli halkın katılmadığı eylemlerdir. Halk kendi arasında çok daha faklı bir yaşam kurmuşken, şehre gelen yabancılar için yalancı, parlak, eğlenceli bir dünya yaratırlar. Ben bu yalancı dünyanın dışına ilk çıkışım o gün olmuştu. Sadece yerel halkın buluşma noktası haline gelmiş bir sokak ve bu sokağın uncunda ki ufak bir meydanda yemeğimi yerken, insanların eğlencelerini, ilkokul çağında çocukların hazırladığı bir folklor gösterisini, transseksüellerden oluşan bir grubun sahnede çaldığı bir sokak düğünü ve tabii ki yerel halkın oradaki tek yabancı oluşumdan dolayı gösterdiği olağan üstü ilgiyi görme şansım o gündü. Halkın ilgisi şaşırtıcı boyuttaydı. İlk başlarda sevimli ve makul tekliflerle gelirlerken gecenin sonuna doğru teklifler ilginçleşti. Bir yerde snooker oynamaya başlamışken mekân sahibi kadın oradaki kızlardan birisini gösterip beni onunla gezmem için ikna etmeye çalışıyordu, bir yandan da 16 yaşında bir çocuk bana uyuşturucu ikram ediyordu. İki teklifi de kırıcı olmadan reddettim.
Ertesi gün bisiklet çantalarımı onarıma verdim. Çantaları onartmak için gittiğim terziler bunları dikemeyeceklerini söylediler ve bunu bir ayakkabı tamircisinin yapabileceğini tarif ettiler, tarif etmek için bir ayakkabı göstermek isteseler de görünürlerde bir ayakkabı falan yoktu o yüzdende çıplak ayaklarını gösterdiler. Bende anladığımı belirtmek için sandaletimi tuttum. Şehirde sadece bir ayakkabı tamircisi varmış, o da olmayabilirdi; çünkü burada hiç ayakkabı görmemiştim. Ben bile bisiklet üzerinde olmasam ayakkabılarımı daha fazla taşımazdım. Ayakkabıcıyı bulup çantalarımı verdim. Çantaları üç gün beklemek zorunda olduğumdan da kendime tüm günümü alacak olan bir tur ayarladım. Ertesi günde yakınlarda yer alan bir tepenin tepesine inşa edilmiş bir tapınağa gittim.
Bu tapınak gezisini yaptığım gün 6-7 otobüs dolusu öğrenci sürüsü tapınaktaydı. Bol fotoğraf çektiğim tarihi bir önemi olmayan bu tapınak renkli Tayland mimarisini en iyi anlatan tapınaklardan birisi olmalı. Bütün yüzeylerin yaldızlı mozaiklerle kaplandığı tapınak, çok büyük, altın gibi parlayan buda heykelinin arkasında bir fon gibiydi. Bu hali ile tapınak buda heykelinin yanında ikinci planda kalıyor, budanın bir merkezde bulunabileceği bir çerçeve sunuyordu. Buda ve tapınak bir uydu anteninin çanağı ve merkezinde ki alıcıya benziyordu.

 
Tapınak inişinde bisikletimin yanında biraz dinlendim. Tapınağının güzel fotoğraflarını çekebilmemi sağlayan güneş, beni biraz yormuştu. Bu esnada yanımda duran öğrenci grubundan bir kız utana sıkıla gelip benimle sohbet etti, Bangkok’ta olduğunu söyledi, dikkatli olmamı diledi ve gitti. Bende bisikleti hazırlayıp gitmeye hazırlandım. Tam bu sırada az önce utangaç bir sohbet yaptığımız kız tekrar yanıma geldi, daha da utangaç bir halde bana üzerinde telefon numarasının yazılı olduğu bir kâğıt uzattı ve otobüste onu bekleyen arkadaşlarından oluşan izleyicilerinin önünde koşarak otobüse atladı.
Bu telefon numarası 3 hafta sonra, Laos’a geçmeden önce, tamamen unuttuğum bir günde beni tekrar arayacak ve sıcak bir telefon konuşması yapacaktı.
Tayland’da Kanchanaburi ile ilgili, gözümün önünden gitmeyen bir görüntü, akşam güneş yeni batmışken yağmurun altında akşam pazarında yemek ararken gördüğüm bir kıza aitti. Bu kız 20 yaşlarında, diğer bütün Tayland kızları gibi uzun, düz, siyah saçlı, zayıf ve narindi. Tek farkı genelde olması gerektiği gibi esmer tenli değil açık, bembeyaz tenliydi. Kız yemek tezgâhının önünde torbalara doldurulan yemekleri bekliyor, satıcıya bir şeyler işaret ediyor, göstermek için parmak uçlarında yükseliyordu, ayakları çıplaktı ve koyu renk bir su birikintisinin içinde duruyordu. Yağmurun vücuduna çarpan damlaları bedeninin etrafında bir hale oluşturuyor, sanki onun parlamasına sebep oluyordu. Kız çok güzeldi. Güzel şeyleri anlatmak çok daha zevkli, o yüzden kızımızın içinde bulunduğu akşam pazarının kargaşasını, pisliğini anlatmak istemiyorum. Fakat şunu söylemek gerek böyle bir ortamda güzel bir şey, olduğundan daha da güzelleşiyordu. Bu kızın başka bir giysi ile başka bir ortamda daha güzel olabilmesi imkânsızdı. “Bataklıkta bir orkide”. Bu orkidelerden Tayland’da çok fazla gördüm.
Bir insan ırkının bu kadar zarif, etkileyici olabileceğini daha önce tahmin edemezdim.
Zamanında Ayutthaya başkentmiş. Bu dönemde Komşu Burma ile aralarında savaş varmış. Bir gün Burma ordusu savaşmak için meydana gelmiş, kamp kurmuş. Ayutthaya halkı en güzel birkaç kızını düşman kamp alanına yollamış. Kızlar bütün orduyu sarhoş etmeyi başarmışlar ve ertesi gün Ayutthaya ordusu sarhoş Burma ordusunu bozguna uğratmış. Bu hikâyeyi bana anlatan kişi “Taylandlı bir kız silahtan daha tehlikelidir” diye sözünü bitirmişti. Hikâye gerçekmiş, eminim Burma ordusundaki bütün askerler kızların geliş amacını sezmiş ama karşı koyamamıştır.
Akşam geri dönüp 6 bira içtim, biraz geç yattım ve sabah 7 gibi Ayutthaya’ya doğru yola çıkacağım.